Kişiye özel tedavi nedir ve nasıl yapılmalıdır?
William Osler’in bir sözü var: Hastanızı dikkatle dinlerseniz size tanısını kendisi söyleyecektir.
Uludüz Bütüncül Sorgulayıcı Yaklaşımı aslında bir hastaya özel dedektiflik gibi düşünebilirsiniz. O kişiye ait biyolojik disfonksiyonları bulursunuz. Ben bu işi Komiser Kolombo’nun cinayet çözme işine benzetiyorum. Hatırlayın, o dizilerde en ince ayrıntıya, her önemsiz söze dikkat ederdi. Yarım kalan bir kahve fincanı, parfüm kokan bir gömlek. Ona göre her şey ilişkilidir. Dizinin sonunda da bize bu ayrıntılarla nasıl suçluyu bulduğunu anlatana kadar bu ayrıntılar hep ilişkisiz gelirdi. Tıpkı farklı branşlara ait şikâyetlerin bize bağımsız göründüğü gibi.
Uludüz Bütüncül Sorgulayıcı Yaklaşım bir alternatif tıp değildir, bir beslenme düzeni değildir, tıp fakültelerinde okunan eğitimden farklı bir şey değildir ama tüm eğitim süresince öğrendiklerimizi bir araya getirmek ve çok yönlü geniş perspektifle bakma yöntemidir. Bildiğimiz temel tıp bilgisini özümseyerek kliniğe hasta ile birlikte uygulamaktır. Yani hasta karşınıza geldiğinde senin guatrın var dediğimizde neden oldu diye sorar biz de ailende var, beslenmede var gibi sözler söyleriz. Hasta bize peki neden bende oldu bu tabloda benim dengemde nerde bozukluk oldu hangi aşamada hata yaptı ki bu oldu ve bunu nasıl tamir edebilirim sorularına yanıt aramalıyız. Örneğin bana başağrısı ile gelen bir hasta sorguluyorum: Hashimato nedeniyle ilaç kullanıyor. Değerleri normal ama hala el ve ayaklarında soğukluk, kabızlık, yemek sonrası hazımsızlık, uykusuzluk, gaz şikâyeti ve depresyonu var. Şimdi bu hastaya klasik tıpta nasıl bir uygulama yapacağız. Gazı için zencefil, depresyonu için antidepresan, kabızlık için kayısı, ağrıları için ağrı kesici ve akupunktur, uyku için uyku ilacı mı vereceğiz? Tamam, bunlar semptomatik olarak belki bir süre hastayı rahatlatır ama bu yaklaşım bütüncül bir yaklaşım değil. Biz bu hastada kişiye özgü neler biliyoruz? Bunları bilmeden şikâyete yönelik tedavi yapmak klasik tıpta da, alternatif tıpta da bize bir fayda sağlamayacak. Alternatif tıp da tıpkı klasik tıp gibi semptom tedavi eder. Zengin bir alet çantası var, bir sürü popüler yöntem çıkıyor her gün. Her biri ufak kısır döngüleri kırmaya çalışıyor ama ya etkisiz kalıyor, ya da geçici etki sağlıyor.
Hastanın yakınmalarının biyokimyasal patolojik nedenini ortaya koymadan onu geri çevirip hastayı iyileştiremeyiz. Uludüz Bütüncül Sorgulayıcı Yaklaşım, kişinin fizyolojisini inceliyor biyokimya ve moleküler biyoloji ile birlikte. Biz şu anda hızlandırılmış ve basitleştirilmiş şekli ile ilaçlar ve şikâyetler arasında seçimler yapıyoruz. Bir tablo genetik mi? “Hımm, annede de migren var mı, sende de var. Sen bunu ömür boyu çekeceksin.” mantığı artık geride kalmış durumda. Kadere küsmek ve sonra büyük paralar harcanarak elde edilmiş ilaçlarla bunu durdurmamız mümkün değil. Bizler maalesef tıp doktorları olarak geniş perspektiften uzak ve klasik kılavuzlar eşliğinde yol almakta olduğumuz içindir ki hastalar tatmin olmuyor, hala yakınmaları devam ediyor. Mutsuzlar ve doğal olarak başka yöntemlere başvurmak zorunda kalıyorlar. Sonra da biz “Sağlıkta bilgi kirliliği arttı, ticaret mantığı çok arttı!” diyoruz maalesef. Biz hastamızı iyi değerlendireceğiz ki hasta başka arayışlara girmesin. Aslında işimiz çok zor değil. Hasta karşımıza geldiğinde tabii ki branş hekimi olarak yakınmasını dinleyeceğiz. Hastayı dinlemek çok önemli. “Siz hastanızı dinleyin, size tanısını söyleyecektir.” sözü çok doğru. Ama yakınmayı dinlerken bizimle ilişkili ya da değil tüm yakınmaları dinleyeceğiz. Ve vücudumuzda biyokimyadan, fizyolojiden öğrendiğimiz 9 farklı biyolojik dengesizliği kontrol edeceğiz. Hepsi bu kadar basit aslında yani geniş perspektifte, geniş vizyonda düşüneceğiz.
Bir beslenme modasıdır aldı başını gitti. Beslenme tabii ki çok önemli. Sağlıkta, insan sağlığı matriksinde 9 ana bölümden biri ama bir hastalığın alt yapısını geri çevirmek için değil sağlıklı kalmak için önemli. Siz zaten hastalıklı, dengesi şaşmış bir vücuda bir uyku sorunu, bir Alzheimer, bir hipertansiyon, diyabet hastasına ne söyleyeceksiniz? “Beslenmene dikkat et, şunu yeme, bunu ye.” mi diyeceksiniz? Kronik hastalığı olan hastaya “Dengeli beslen, çaya şeker koyma, sebze ye.” gibi popüler laflar günümüz modern gıdaları için zaten asılsız. Hepimiz endüstriyel, GDO’lu besinlerle beslendiğimiz sürece zaten beslenmemizin bir işe yaramayacağı kesin. Diyelim ki doğru beslendik, çöpleri yemeyi bırakıp iyi beslenmek şart. Hastanın şikâyetine göre değil hastayı iyileştirmek için altta yatan bozuklukları bulalım ve bunlara sistematik yaklaşalım. Homeostazisi yani vücut denge mekanizmaları bozulmuş, artık çalışmayan bir hastaya vücut organizmayı çalışır hale getirmek için bunu söylemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Alternatif tıp, besinler, nöral terapiler, akupunktur gibi yöntemler hastaları düzeltmek için mantıklı sistematik bir yaklaşım değildir ancak destek olarak faydalanılabilirler. Ayrıca semptomatik ilaçlar yerine alternatif tedavileri kullanmak kötü adamlar olan ilaçlar yerine iyi adamlar olan alternatif tedavileri savaş alanına göndermek demek. Ama sistem zaten çalışmıyor. Nedeni değil şikâyeti tedavi ettiğiniz sürece hiçbiri işimize yaramayacaktır. Oysa Uludüz Bütüncül Sorgulayıcı Yaklaşımta hastayı bir bütün olarak ele alacağız. Tüm biyolojik sistemlerle ilgili değerlendirme yapacağız ve tedavi ederken tüm bilgi ve sistematiğimizi her hastada ayrı ayrı değerlendireceğiz. Hastaları kılavuzlarda yazan ilaçlarla standardize etmeyeceğiz. Akut ve subakut hastalıklardan bahsetmiyorum. O hastalıklarda zaten sebep belli, siz nedeni ortadan kaldırınca olay kapanıyor. Enfeksiyon vs. gibi sorunlarda ilaçlar her zaman doğru yaklaşım. Ama özellikle kronik hastalıklarda tek silahımız ilaçlar değil. Çevresel faktörlerin gen ilişkileri, uyku stres yönetimi, hormon kontrolü daha temel faydalar sağlar. Biz burada “İlaçları kenara koyun, alternatif tedavi alın.” da demiyoruz. “Bu hastalıklar nerden çıktı? Hangi sistemin neresi karıştı? Bunu nasıl düzeltebilirim?’i sorgulamalıyız.” diyoruz.
Alınyazısı, genetik miras diye bir şey yok. Sizin anne babadan gelen yumurta ve sperm birleştiği anda DNA şifreniz yani genetik fabrika çıkışınız belirlenmiştir. Artık her hücreniz aynı genetik emri taşıyor. Ama bu genetik emirler hangi uygulamaya sokulacak, o kumanda değişebilir. Yani zararlı gen orda dursa da beslenme gibi işlevlerle o genin sesi kısılırsa sessiz kalır. Örneğin aynı yıl ve model üretilen 2 bilgisayar düşünün. Birinin işletim sistemini değiştirin. Artık ikisi aynı hızda, aynı performansta olmayacaktır. Buna epigenetik değişiklik diyoruz. Genetiğin kurbanı değilsiniz. Onu iyi yönetmemiz lazım. Genetik miras çevre ile etkileniyor. Genetik mirasımızda genlerimizin çoğu sessiz duruyor. Artık kişilerin hastalık çıktıktan sonrasını bırakın hastalıklar ortaya çıkmadan önce risk analizlerini saptayabiliyor ve buna göre yaşam yönlendirmesi yapabiliyoruz. Risk analizinde örneğin anne baba DM ise siz mükemmel de olsanız DM riskiniz yükseliyor sizi korumalıyız. Risk yönetimi de bu. İşte burada epigenetik devreye giriyor. Yaşanılanlar tecrübeler, beslenme genler üzerinde işaretleniyor. Ailede bir kronik hastalık öyküsünün olması risk analizinde önemli. Bunu hekimlerin takip etmesi çok önemli. Risk analizinde sizi takip eden bir hekiminiz olacak yoksa kafanızı bir hastaneye sokup laboratuarlarda MR ve mamografilerde check-up yaptırayım diye endüstriyel bir yöntemin içinde kendinizi bulursunuz. Aile, yaşadığınız çevre, yaptığınız iş hep risk analizinde değerlendirilmeli. Artık bunları yapmak mümkün. Kişinin sağlık matriksi dediğimiz sağlık haritasını çıkarıyoruz. Nerede eksik, nerede fazlalık var, risk nerde fazla belirliyoruz. Ve hastayı o yönde korumaya alıyoruz. Örneğin romatoid artritte kanda antiCCP denen bir marker bulunuyor. Acaba bu marker hastalıktan kaç yıl önce kanda beliriyor. Bunu bilemiyoruz çünkü klinik olmadan onu bilmemiz mümkün olmuyor. Ama bununla ilgili çarpıcı bir çalışma var. Rutin check-up yaparken kanları alınan ve 10 yıl saklanan bir grup askerin sonradan otoimmun hastalık olanlarda eski kanlara dönüp otoAb pozitifliği bakılmış ve otoimmun marker pozitifliği aslında yıllar önce kanda görüldüğü ispatlanmış. Nee? Durum böyle ise şimdiden erken tanı için tüm otoimmun kronik hastalıkların tetkikini yaptıralım. Ee, peki yaptırdık. Sonuç ne olacak? Oturup o hastalığın gelmesini mi bekleyeceğiz? Yoksa bu bağışıklık sisteminin neden bu antikoru ürettiğini bulup hastalığın gelmesini önleyemez miyiz? Yani hastanın risk analizini belirleyip bu riski ortadan kaldıramaz mıyız?
Artık şu bir gerçek ki siz tüm vücudun denge sistemini düzelttiğinizde ve takipte tuttuğunuzda birçok hastalık da ortadan kalkıyor. Hastaları değerlendirirken iki yönlü yaklaşmak önemli. İlki “Acaba bana gelen hastanın yakınması gerçekten bu tanıya uyuyor mu? Ben tanı koydum ama ne kadar doğru yaptım?” Bana yıllarca tanı kılavuzlarına göre migren tanısı alarak bir sürü ilaç kullanmış birçoğundan da yan etkiler almış olan hastalar geliyor. Dinliyorsunuz, evet tanı kriterlerine göre tipik migren gibi düşünüyorsunuz. Burada ne yapmalısınız? Hadi kılavuzlara göre bir ilaç yazın, artık işiniz kolay. Ama bunu yaptığımızda işte yanılmış oluyoruz, klasik hatayı yapıyoruz. Çok yönlü organizma olarak değil sistematik ve bütünsel düşündüğümde migren gibi davranan aslında farklı disfonksiyonların olduğunu saptıyorum. Ne mi? Örneğin hastada migren diye geliyor, tiroid patolojisi saptıyorsun. Onu düzeltiyorsun migren diye bir ağrı kalmıyor. Veya migren ile gelip romatizmal hastalık tanısı alan hastalarım var. Hatta bunu bilimsel makale de yaptık. Bu hastalar romatizmalarına yönelik tedavi aldıklarında migren kalmıyor. Yani siz tek yönlü düşünürseniz hastayı çözebilmeniz mümkün değil. Belki geçici iyilik görürsünüz ama bir süre sonra size o hasta daha şiddetli ağrılarla gelecektir.
Şimdi Uludüz Bütüncül Sorgulayıcı Yaklaşım dedik, hasta sağlık haritası dedik. Peki, hastayı nasıl değerlendireceğiz de sağlıklı günlerine geri döndüreceğiz? Önümüzde bir hasta var ve yakınmaları var. Önce kendi branşımızda bunun ne olduğunu tabii ki değerlendireceğiz, dediğim gibi branşlaşmak çok önemli. Ama bu yakınmalara neler eşlik ediyor, muayenesinde neler gördük, bunları ayrıntılı not edeceğiz. Sonrasında hastanın vücudunda dengesini bozabilecek bir fazlalık (toksin, alerjen, stres, kötü beslenme) veya eksiklik (mikrobesin, hormon dengesi, uyku, egzersiz, sosyal ilişki) mi var, bunları sorgulayacağız.
Bir hasta gelip “Uyuyamıyorum, hiçbir şey yapmak istemiyorum, halsizim, her yerim ağrıyor.” dediğinde. “Hmmm, sanırım siz depresyondasınız.” deyip ilaçlar arasından birini seçip yazınca iyi mi yapmış oluyoruz? Sanki vücutta bir serotonin eksikliği var. Biz on mu vereceğiz ve her şey düzelecek. Ama o kişinin homeostazisini sağlayan hormonları, mikrobiyatası, sindirim sistemini, uyku düzenini biliyor muyuz? Yani bu kişi aile ilişkileri bozuk diye depresyonda mı yoksa mikrobiyata bozuk bağırsak geçirgenliği ile bakterilere maruz ve inflamasyona mı maruz, yoksa D vitamini mi düşük, biliyor muyuz? Bir Hashimato hastası bir romatizma hastası bize depresyonla gelir, yaptığımız antidepresan tedavisi ile bozuk makinenin çıkardığı sesi bire süre azaltmak ne kadar doğru? Neden bu depresyon yapacak sebepleri kökünden çözmüyoruz? Mesela bir depresyonla geldi, tetkik yapıp hipotiroidi saptıyoruz. Eee, tiroid ilacı verip TSH baskılanınca olayı çözmüş olduk mu? Peki, olayı durdurduk mu? Hashimatoda şunu bilsek sık antibiyotik kullanınca bozulan mikrobiyata artan bağırsak geçirgenliği bir gluten intoleransı ile oluşabilecek bağışıklık bozulması ile sorunu çözemez miydik? Ya da bu hastada depresyon uzun süreli mide koruyucu ilaca bağlı B12 emilimi bozulmasından olabilir mi? B12 düşük bulduk takviye ile olayı çözdük mü? Hayır. Yani birbiri ile ilişkisiz gibi görünen hastalıkların ortak biyolojik disfonksiyon noktaları olup birleştirmek daha akıllıca olmaz mıydı? Peki, hastalara bu ilaçları vermeyelim mi? Hastanın bozulan biyolojik dengesini tekrar eski yerine koyana kadar vermek gerekir yani geçici süre. Ya da hasta değiştirmesi gereken yaşam modelini, yiyecek stres uyku düzenini yapmamaya kararlı ise bu ilaçlar gereklidir.
Ama sonuçta bir başka dünya var ve bu yeni yaklaşım hastalığın hangisi olduğu değil, kişinin sağlığının hangi noktalarda bozuk olduğunu araştırıyor. Hastalık yok hasta ve sağlık odaklı.
Sağlık dedektifleri hastaya nasıl yaklaşıyor. Öncelikle hastanın şikâyetlerini ayrıntılı dinliyor, Bir şey daha size hastayı dinlemek zor geliyor muayene yapmak gereksiz gelebilir. Ama Schiller’in şu sözünün unutmayın: “Büyük başarıların sahipleri küçük ve gereksiz sanılan işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir.” Ardından öncüler dediğimiz, örneğin anne-babaya ait hastalıkları sorguluyor. Bunları bilmemiz genetik, epigenetik açıdan saptanacak sorunlar hakkında bize uyarı veriyor. Mediatörler denen günlük yaşam döngüsünde karşılaştıklarımızı sorguluyor; iş stresi, çalıştığımız ortam, uyku, sigara, aile ilişkileri, stres vs. Ardından da vücutta bu dengesizliği tetikleyecek ağır bir stres olayı, travma, cerrahi enfeksiyon öyküsünü sorguluyor. Sonra tüm hastanın hikâyesini matriks dediğimiz tabloya çiziyoruz. Matrikste tüm sağlığımız vücut dengemiz için aslında dikkat etmemiz gereken sadece 9 nokta var. Biz bu 9 noktayı düzelttiğimizde sağlıklı ve mutlu bir hayata kavuşmuş olacağız. Uyku, egzersiz, beslenme, stres yönetimi, sosyal ilişkiler, enerji kontrolü, sindirim emilim mikrobiyata, detoks yani toksin atılımı, hormonlarımız ve bağışıklık sistemimiz. Bunlar işte baktığımız ana biyolojik dengesizlikler. Aslında yaşamımızda çok basit değişiklikler yaparak sağlıklı bir hale dönebiliriz. Matriksimizin merkezinde ise hastanın hekimine inanması ve hekim hasta ilişkisinin sağlam kurulması yatıyor.
Hastalarımızda performans bekçisi olmaktan çok altta yatan ve bireye özel bozuklukları açığa çıkaran bir sağlık dedektifine dönüşmemiz gerekiyor. Bu kronik kompleks hastalıklarda yeni bir yaklaşım yeni bir sistematik öneri. Yanıtını aradığımız acaba hastada şu 3 hastalıktan hangisi var değil bu hastalık hangi biyolojik disfonksiyon temelinde gelişmiştir. Ama burada hasta ana oyuncudur. Biz ona yardım ediyoruz.
Hastaya özgü sağlık dedektifliği mantığında kişiye özgü 9 biyolojik sistemde fazlalık ve eksiklikler belirlenerek sağlık için yol haritası çıkarıyoruz. Bir kişinin tamamen vücut dengelerini düzenlemeden paslanmış olan çarkı tekrar çalıştırmaya başlamadan sadece beslenme sadece uyku sadece egzersizle düzelmeyi beklememiz yanlış.
Sıra ile bunların neden hayatımızda biyolojik sistemde yer alması gerektiğine bakalım. Bu grup içinde en önemli kısımlardan ilki uykumuzdur.