Alexander Everett: Bilgi ışık gibidir. Onu kullanırsan parlar. Kullanmazsan sönüp yok olur.
Aslında klasik tıpta her şey normal gidiyordu. Ancak milenyum çağı 2000 li yılların başı ile kozmopolit dünyada endüstriyel fabrikasyon beslenme, büyük şehir trafiği, kapalı yüksek güvenlikli ortamlarda tüm gün masa başı işler, gece tv karşısında uykuya dalmalar, hafta sonu AVM lerden ibaret yaşam, çevreden alınan toksinler sonrasında problemler başlıyor. Pahalı tomografiler ve en son çıkan tedaviler ile sağlığımıza kavuşmayı bekler olduk ama bir süre sonra kendimizi kandırdığımızı fark ettik. Hastalar olarak bazı şeylerin yürümediğini fark ettiğimiz bu dönemde ilaçlar arasında boğuşur olduk. Kafamız zaten karışıkken bir de daha çok yağ mı karbohidrat mı alalım, güneşlenelim mi güneş kremi mi sürelim soruları ile hepimizin beyni sulandı ve bu durumdan usanmış durumdayız. İnsanlarda son yıllarda ortalama yaşam süresi uzadı. Yeni hayat bize bir takım arızaları ile birlikte daha temiz, daha hijyen, daha teknolojik daha rahat sağlık hizmeti, sağladı, antibiyotiklerle enfeksiyonlar önlendi salgınlar önlendi, bebek ölümleri azaldı ve ömrünüzü uzattı. Ama sağlıksız hastalıklı süresi de uzadı. Burada uzayan yaşam gençliğimizden uzamıyor hastalıklı yıllarımız uzuyor maalesef. Bunlar sorunlarla iç içe olduğumuz yıllar. Konu şu biz bu uzayan ömrü daha sağlam sağlıklı kendimizle barışık nasıl geçirebiliriz. Günümüzde sağlık harcamaları silah harcamalarından çok milyonlarca lira araştırmalara, ilaç ve cihaz geliştirmelere ayrılıyor ama Fakat tüm bu gelişmelere rağmen kronik uzun süreli hastalıkların sıklığı gün geçtikçe artıyor. Öyle ise bir yerlerde yanlış ya da eksik bir yol izliyoruz.
Tıp eğitiminin ilk 3 yılında biz biyokimya, fizyoloji, genetik, mikrobiyoloji, patoloji eğitimi alıyoruz. Yani hücrelerde enerji üretimini, hücreler arasında etkileşim iletişimi, bağışıklık sistemimizi, sindirim, toksin atılımı gibi fonksiyonların vücut denge sisteminin sağlıklı bir insanda nasıl olması gerektiğini öğreniyoruz. Ama ne zamanki 4. sınıfa geçiyoruz ve disfonksiyonlara yöneliyoruz olması gerektiği gibi. Buraya kadar her şey normal fakat sonrasında ne yapıyoruz, vücuttaki dinamik denge mekanizmalarının 4. sınıfta unutuyoruz ve sistemleri bir tarafa bırakarak organlara yöneliyoruz. Organları birbirinden ayıran coğrafi bakış açısı ile uzmanlaşmanın ilk adımını atıyoruz. Klasik tıp dediğimiz günümüz tıbbı coğrafi sınırlar çerçevesinde kuruludur; kadın doğum, nöroloji, nefroloj, dermatoloji gibi. Bu uzmanlaşma mutlaka olmalı aksi halde o kadar geniş bilgi birikimini öğrenip uygulamak kolay olmaz. Ama bu kadar branşlaşırken insan vücudunun bir bütün entegre sistemden oluştuğunu organlar topluluğu olmadığını unutuyoruz. Nöroloji hekimi olarak hasta bize başağrısı ile geldiğinde onu tanıyoruz ama arada bir de göğüs ağrısı şikâyetinden söz etse o konu benimle ilgili değil diyerek göğüs doktoruna yolluyoruz. Böylece o hastanın başağrısı için bir nöroloğu, göğüs ağrısı için bir göğüs doktoru, adet kanamaları için bir kadın doğumu gibi bir sürü takip edildiği hekim oluyor. Tüm hekimler de genellikle birbirinden habersiz oluyor, birçok ilaç veriyoruz ve hasta elinde bir ilaç poşeti ile dolaşıyor.
Bir yerlerde eksik ve yanlış var, bunun düzeltilmesi lazım
Biz iyi eğitiliyoruz ama dar odaklı dar açıdan bakıyoruz, kısıtlı kanallardan bilgi akışı alıyoruz. Bir fil ve kör adamlar hikayesi vardır, bilir misiniz? Her biri file bir başka açıdan bakar ve tanımaya çalışır ama bir bütün olarak görmedikleri için hepsi farklı bir şey söyler ve bu söylenenlerin bütünü fili tarif etmez. Branşlarımızı ağaç meyvesine benzetelim ağaçtaki hangi meyvenin bozulduğundan çok gövdede kökte hangi hasar var onun temeline bakmalıyız. Hekimler ancak öğrendikleri bakış açısı ile vücudu bir organlar topluluğu olarak görüyor uzmanı olduğu organı tedavi ediyor. Ama başka şikâyetlere gelince o benim branşımla ilgili değil diyor. Yine tedavide de benzer durum var aslında. Migrenli bir hastaya akupunktur bir şey yapar, nörolog bir ilaç verir, homeopati bir şeyler yapar, nöral terapi bir şeyler yapar, beslenme yiyecek alerjisi var der, reiki enerji eksikliği var der. Yine ortalık fil ve kör adam hikayesine döner. Yani hala hastalık ve semptom tedavi eder oluruz. Kimse bir bütün düşünmez. Günümüz sağlık sisteminde başka seçeneğimiz de yok gibi. Sürümden kazandığımız hasta bakma sisteminde hasta içeri girer girmez artık biz 4. sınıfla beraber öğrenmeye başladığımız organlara göre hastanın yakınmalarını dinleyip öğrendiğimiz şekli ile hemen o hastaya tanı koymaya çalışıyoruz. Hasta karşımıza geldiğinde zaten bizler uzman olarak belli bir organa odaklanmışız. Bize anlatacağı şikâyetlerden hemen 2-3 tanı kafamızda belirir. Eğer şüphe ettiğimiz o 2-3 tanıyı netleştirecek cümleler duyamazsak hemen hastanın sözü bitince biz soru sormaya başlarız. İnsanları tanıları ile evlendiriyoruz. Yani tanı odaklı bir hekimlik yapıyoruz. Garip ama insanlar kendilerine tanı konmasını çok istiyorlar. Çünkü mantıklı olarak bu tanı onların yaşadıkları şeyin ispatı oluyor. Diğer türlü bir şeyin yok denecek, en azından bu tanıyı alıyorlar ki çevrelerine uydurmadıklarını ispat ediyorlar. Şikâyetlerini dinleyip gerekli tetkikleri yaparak hemen dünyada takip edilen tanı kılavuzlarına göre hastaya bir tanı koymamız gerek düşüncesi ile hareket ediyoruz. Çünkü bir kez tanıyı koyunca sonrası zaten tedavi kılavuzlarımızda yazıyor. Tanıyı bir kez koy o tanıda yazacağın ilaçlar bellidir, hatta öyle ki SGK listesinde bile ilaçlar sıralanır izin vereceği ilaçlar bellidir. Siz bir tanı ile başka ilaç yazamazsınız. Hastalıklar bize somut elle tutulur şey gibi geliyor, biz 10-15 dakikada o hastalığa bir tanı koyarsak rahatlıyoruz, işimiz kılavuzlardaki ilaçlardan birini seçmeye kalıyor. Ama bu hastanın bu şikâyetlere neden olacak problemi nerde. Vücudun dengesinde nerde sorun var, neden bu sorun ortaya çıkmış sorularını nerdeyse hiç sormuyoruz.
Modern tıbbın en önemli kusurlarından biri sadece hastalıklarla ilgilenmesi, sağlıklı olma hali ve sağlığı güçlendirmeye ilgi duymamasıdır. Çalışmalarını tamamen hastalıklar ve hastalık belirtileri üzerine odaklamıştır. Modern tıpta mutlak bilimsel olmak zorundayız göremediğimiz şey sorun teşkil etmez mantığı yanlıştır çünkü vücutta ölçülemeyecek çok şey var. Örneğin beyin fonksiyonlarının çoğunu ölçemiyoruz. Modern tıp göremediği dokunamadığı ölçemediği sorunları hastalık olarak kategorize etmezse ruhsal ve duygusal sebeplere bağlar. Bize göre bilinen fizyolojik değerler arasında kaldıysa her şey normaldir. Oysa bu değerlerin normal olması vücudun stres altında olmadığını veya hastalık başlamadığını göstermez.
Tıp eğitiminin odak noktası hastalıktır. Oysa ilk 3 yılda öğrendiğimiz temel bilimler bilgimizin sonraki yıllarda klinik bilimlerle desteklenmesi gerekmekte. E biz bunu yaparken branşlaşma olmasın mı hayır tabii ki branşlaşma olmalı branşlaşma konunun derinine inmek için şart, ayrıntıları incelemek için şart. Ama hastalığa kendi branşımıza odaklanarak diğer yakınmaları göz ardı etmek yerine bir biyolojik sistem dengesini kazanmak ve sağlığı geri almak için uğraşacağız. Artık hekimler olarak şunu kabul etmemiz gerekiyor. Hastalıkları bir kenara bırakın karşınızda bir hasta var. Tıpta tüm bilgileri okuduk zaten ama yaklaşımımızı değiştirmemiz gerekiyor. Kronik hastalıkların önlenmesi erken saptanması ve tedavisinde kişiye özgü vücut denge bozukluğuna biyolojik genetik fizyolojik hormonal yaklaşarak yine kişiye özgü altta yatan nedenleri bularak hastalık hangi sistemden (organdan değil) kaynaklandı ise o sistemi iyileştirmek gerekiyor. Sağlık yönetilebilir bir şey.