Uzun süre oturmak beyni çürütür!
“Beyin sisi yaşıyorum, dikkatimi toparlayamıyorum, kelimeleri bulmakta zorlanıyorum” diyen birçok kişinin ortak noktası bu: Hareketsizlik.
“Beyin sisi yaşıyorum, dikkatimi toparlayamıyorum, kelimeleri bulmakta zorlanıyorum” diyen birçok kişinin ortak noktası bu: Hareketsizlik.
Modern hayatın getirdiği tüm bu “meşguliyet”, aslında zihninizi tüketiyorsa? Ya ara vermek değil, sürekli çalışmak asıl tembellikse?
Yaşlanma dediğimiz şey gerçekten bir sabah uyanıp da yüzümüze çarpan bir sürpriz mi? Yoksa yıllar boyunca hücrelerimizde, hormonlarımızda, bağışıklık sistemimizde biriken bir sessizlik mi?
Belki 45 yaşındasınız ama hücreleriniz hâlâ 38 yaşında çalışıyor. Ya da tam tersi… İşte burada karşımıza çıkan kavram: biyolojik yaş.
Uykusuzluk sadece göz altı morluklarına değil, bel çevresine de zarar veriyor. Üstelik bu ilişki sadece davranışsal değil, biyolojik ve nörohormonal düzeyde açıklanabilir.
40’lı, 50’li yaşlarda zihinsel ve duygusal bir çöküş yaşanabiliyor. Bu dönem, yalnızca “orta yaş krizi” değil, aynı zamanda hayatın gerçek anlamını sorgulama süreci.
Diyelim ki tek yumurta ikizisiniz. Genetik olarak birebir aynısınız. Ama biri sağlıklı, dinç ve enerjik; diğeri hastalıklarla boğuşuyor, unutkanlık, dikkat dağınıklığı ve bitmeyen yorgunluk yaşıyor. Peki bu fark nereden geliyor?
Çiçek koklamak sadece hoş bir ritüel değil, prefrontal korteksinizi geçici olarak baypas ederek sizi doğrudan “şimdi”ye getirir. Anksiyetenin, geçmişin ve geleceğin gürültüsünü susturur.
Yürüyüş, zihinsel detoksun en doğal yöntemlerinden biridir. Ancak modern çağın en büyük tuzaklarından biri de bizi tam bu iyileştirici andan koparıyor: Telefonlar!